M. Fatih Kutlubay'ın dokunaklı mektubu, Gabriel Garcia Marquez'in unutulmaz eseri Kırmızı Pazartesi'nin baş karakteri Santiago Nasar'a yazılmış bir veda niteliğinde. Kutlubay, mektubunda, işleneceği herkes tarafından bilinen bu trajik cinayetin ardındaki derin toplumsal kayıtsızlığı ve Nasar'ın masumiyetini sorguluyor.
Kırmızı Pazartesi'nin Derin Anlamı
Kutlubay, Kırmızı Pazartesi'ni defalarca okuyup bıraktığını, ancak hikayenin vakti geldiğinde kendini açtığını belirtiyor. Santiago Nasar'ın adının bile bir ironi taşıdığını, zira Nasar'ın "yardım" anlamına geldiğini vurguluyor. Ancak, alnına ölüm damgası vurulan Nasar'a kimsenin yardım eli uzatmadığını belirtiyor. Yazar, Marquez'in bu romanıyla, Sucre'deki Cayetano Gentile cinayetini temsil ettiğini ve Nasar'ı vurdumduymaz biri olarak resmetse de, onun ölümündeki trajediyi aktarmakta zorlandığını ifade ediyor.
Kutlubay, hikayenin, ölümün gündelik hayatta kol gezdiği Kolombiya'da geçtiğini ve Marquez'in bu hikayeyi otuz yıl boyunca içinde taşıdığını vurguluyor. Bu hikaye, bazı şeyleri anlatmanın yıllar alabileceğini ve kelimelerin ancak vakti geldiğinde var olabileceğini gösteriyor. Santiago Nasar, romanda her şeyin merkezinde olsa da, hikayeden en az payı alan kişi oluyor. Kutlubay, bu durumdan yola çıkarak, iyi bir hikayenin etrafına binlercesini ekleyerek nasıl bitimsiz bir ağa dahil olabileceğini ve bir kişinin hikayesinden binlere nasıl ulaşılabileceğini anlatıyor.
Ölümün Sıradanlığı ve Toplumsal Kayıtsızlık
Kutlubay, ölümün sıradan olan her şeyi büyüleyebildiğini ve kendini açık edebilecek olağanüstü bir hakikat bulduğunda ortaya çıkabileceğini belirtiyor. Anlatıcının, dünyada anlatılan hiçbir ölümün Nasar'ınki kadar "geliyorum" diyerek gelmediğini söylemesi, hikayenin başından sonunun belli olmasının yarattığı gerilimi ortaya koyuyor. Her duyarsız bakışta, her kayıtsız suskunlukta, ölümün Nasar'a adım adım yaklaştığını ve insanların kollarını bağlayarak seyrettiğini görüyoruz. Bu durum, toplumdaki derin ve onulmaz kayıtsızlığı gözler önüne seriyor.
Kutlubay, mektubunda, Nasar'ın o evliliğin beş saat içinde sona ermesindeki payını sorguluyor. Anlatıcının Nasar'ın suçluluğu konusunda tereddütlü olmasına rağmen, Kutlubay onu masumiyet karinesinden fazlasına tabi tutuyor. Angela'nın yıllar sonra katili işaret etmek için Nasar'ın adını vermesi bile Kutlubay'ı ikna etmiyor. Ona göre, Nasar, insanlık tarihinde iftira ilmeği boynuna geçenlerden biri gibi görünüyor. Dalgalı saçları, göçmen çehresi ve saf ketenden beyaz takımıyla, hep aynı cümleyi tekrarlıyor: "Beni öldürdüler Wene Hala."
Sonuç olarak, bu mektup, Kırmızı Pazartesi'nin sadece bir cinayet romanı olmadığını, aynı zamanda toplumsal kayıtsızlığın, bireysel sorumluluğun ve masumiyetin sorgulandığı derin bir eser olduğunu gösteriyor. Kutlubay'ın mektubu, Nasar'ın hikayesini yeniden düşünmeye ve toplum olarak bu trajediden ders çıkarmaya davet ediyor. Belki de, dünyanın ağırlığını hafifleten tek şey olan sözlerle, bu tür trajedilerin bir daha yaşanmaması için çaba göstermeliyiz.