PKK, 52 yıl süren mücadelesini 12. Kongresi'nde aldığı tarihi bir kararla sonlandırdı: "PKK adıyla yürütülen çalışmaları sonlandırma" kararı. Bu karar, sadece örgütsel bir dönüşüm değil, aynı zamanda bir dönemin kapanıp yeni bir tarihsel sürecin başladığının ilanı anlamına geliyor. Yarım asırlık silahlı mücadele, yerini demokratik siyasal mücadeleye, halkların ortak yaşam idealine ve demokratik toplumun inşasına bırakıyor.
Barış Çağrısı ve Tarihi Dönüşüm
Bu tarihi kararın alınmasında, 27 Şubat'ta İmralı'dan gelen "Demokratik Toplum ve Barış Çağrısı" büyük rol oynadı. Bu çağrı, sadece silahların bırakılması için yapılan stratejik bir hamle değil, aynı zamanda Türkiye'de demokrasi, özgürlük ve halkların eşitliği için kökten bir dönüşümün de anahtarı olarak görülüyor. Gelinen bu aşama, bir son değil, halkların eşitlik temelinde yeniden buluşacağı, demokratik ulus inşasının başlangıcı olarak değerlendiriliyor.
Kongre kararının önemi, sadece bir örgütün "çalışmalarını sonlandırması" kararıyla sınırlı değil. Aynı zamanda Kürt özgürlük hareketinin kurucu lideri Abdullah Öcalan'ın yıllardır ısrarla dile getirdiği barış çizgisinin en somut ve stratejik ifadesi olarak kabul ediliyor. İmralı'dan yapılan çağrı, yıllardır kulak verilmesi gereken bir vicdanın ve siyasal çözüm aklının çağrısıydı. Bu çağrıyla gelişen süreç, artık yalnızca bir umut değil, aynı zamanda tarihsel bir sorumluluğa da kapı aralıyor.
Mücadele ve Barış Arayışları
Mücadele, ilk adımları Ankara'da atıldıktan sonra 1978'de Lice'nin Fis köyündeki ilk kongreyle başladı ve 1984'te Eruh'ta duyulan ilk kurşunla sahaya taşındı. O günden bu yana dağlar, ovalar, kentler tanıklık etti; binlerce insan hayatını kaybetti, binlercesi zindanlara atıldı, milyonlar yerinden edildi. Ancak tüm bu acılar, yalnızca yıkım üretmedi. Aynı zamanda kimlik bilinci, örgütlü toplum fikri, kadın özgürlük çizgisi ve halkların kardeşliği fikri de bu tarih içinde mayalandı. Bu tarih aralığında Abdullah Öcalan'ın barışçıl çözüm vizyonuyla elbette tarihi fırsatların kapısını aralayan adımların önünü de açtı.
1993'teki ateşkes, 1999 ile başlayan yeni çözüm perspektifleri, 2005'teki "Demokratik Cumhuriyet" tezi ve 2013-2015 barış süreci, bu yönde atılan önemli adımlar oldu. Tüm bu yıllar boyunca kurulan masa, yapılan çağrılar ve toplumun kulağına fısıldanan umutlar, bugün bu kararla yeni bir biçime bürünüyor. 52 yıllık serüvenin geldiği nokta, sadece geçmişle bir hesaplaşma değil, gelecek için bir sözleşme niteliği taşıyor.
Yeni Bir Toplum İnşası
Silahların susması, çatışmanın sona ermesi yalnızca bir bitiş değil, inşa edilecek yeni demokratik toplumun ilk harcıdır. Abdullah Öcalan’ın "Demokratik Toplum ve Barış" çağrısı, sadece şiddetsiz bir yaşam talep etmiyor; aynı zamanda halkların bir arada, eşit ve özgür yaşadığı, devletin değil toplumun merkezde olduğu bir yaşam formunu öneriyor. Bu çağrı, devleti dönüştürmeyi değil, toplumu kurmayı hedefliyor. Öcalan, yıllardır çözüm süreçlerinin tümünde barışın yalnızca bir "masa" meselesi değil, bir "ahlak", bir "emeğin siyaseti" olduğunu vurguladı.
Artık asıl mesele, "Devlet adım atar mı?" gibi edilgen bir beklentiden çıkıp, "Biz nasıl bir toplumu inşa edeceğiz?" sorusuyla yola koyulmaktır. Barış, özveri ister. Yalnızca çatışmayı durdurmak değil, kırılmış hafızaları onarmak, yok sayılmış kimlikleri tanımak, inkârın yerine eşit yurttaşlığı koymak demektir. Demokratik toplum, sadece bir siyasi model değil, aynı zamanda yaşamı yeniden kurma cesaretidir. Kadınların karar mekanizmalarında yer aldığı, gençlerin özgür düşünebildiği, farklı inanç ve kimliklerin eşit haklarla var olabildiği bir sistemdir bu. İşte bu yüzden, bu çağrı her şeyden önce bir emek çağrısıdır.
Gelecek Barışta Şekillenecek
Bu çağrıya ilk yanıt, elbette Kürt özgürlük hareketinin siyasal temsilcisi olan DEM Parti’den gelecektir. Ancak bu yanıt salt parlamenter alanla sınırlı kalamaz. DEM Parti’nin tarihsel misyonu, Türkiye’nin çok kimlikli, çok kültürlü, çok inançlı toplumsal yapısının tamamını kapsayan bir halk ittifakını örmek, barışı yalnızca devletle değil, toplumla birlikte kurmaktır. Barış, artık masalarda değil yalnızca; sokakta, tarlada, okulda, fabrikada, evde kurulacaktır.
Ancak bu süreç, yalnızca bir partiye yüklenemez. Bu yönüyle, barış süreci artık yalnızca "devlet ve Kürt hareketi" arasında değil; tüm halklar arasında, yatay bir şekilde örülmelidir. Barış, yukarıdan aşağıya değil; aşağıdan yukarıya kurulacaktır. Bunu inşa etmek de her bireyin, her kurumun, her vicdanın sorumluluğudur. Tarih bir kez daha, barış isteyenlerin değil; barışı engelleyenlerin suçunu yazacaktır. Çünkü artık savaşın dili tükendi. Silahlar sustu, kavga yorgun düştü, halklar yeniden birbirine bakmak, konuşmak, birlikte yaşamak istiyor. Bu ülkenin geleceği, barışta ısrar edenlerin ellerinde şekillenecek. Ve o eller, artık yalnızca siyasilerin değil; kadınların, gençlerin, yoksulların, halkların elleri olacak.