
Asansör ve Sahne: Yazarın İtirafları! Bu Anıları Unutamayacaksınız
Yazarlık serüvenimin başlarında, her olayı yazmaya değer bulduğum zamanlarda, klavyenin başına geçtiğimde, her şeyin sayfalara dökülebileceğini fark ettim. Ancak hayat sadece yazmaktan ibaret değil. Bazı şeyleri tadında bırakmak, yazmamak gerekiyor. Çevremdekiler ilginç bir şey anlattığımda, "Bunu yazacak mısın?" diye soruyorlardı. Cevabım çoğu zaman "Hayır, yazmayacağım. Anlatarak paylaşmak yeterli" oluyordu.
Yazmak mı, Anlatmak mı? İşte Tüm Mesele!
Yazmak ve anlatmak arasındaki denge, bir yazar için her zaman önemli bir sorudur. Her anıyı, her deneyimi yazıya dökmek mümkün olsa da, bazen sadece anlatarak paylaşmak daha değerli olabilir. Özellikle bazı anılar, yazının sınırlarını aşar ve ancak sözlü olarak ifade edildiğinde tam anlamını bulur.
- Yazmak, bir olayı ölümsüzleştirmek demektir.
- Anlatmak ise o anıyı canlı tutmaktır.
- Bazen bir bakış, bir mimik, yazıyla anlatılamaz.
Asansör ve Sahne: Hayatın İki Farklı Yüzü
Asansör, hayatın sıradan, monoton anlarını temsil ederken, sahne ise heyecan verici, dikkat çekici anlarını temsil eder. Yazar, bu iki farklı ortamda yaşadığı deneyimleri karşılaştırarak, hayatın zıtlıklarını gözler önüne seriyor. Asansörde yaşanan bir karşılaşma, sahnede sergilenen bir performans... Her ikisi de yazarın hafızasında derin izler bırakıyor.
Unutulmaz bir anı, bazen bir asansörde başlar, bazen de bir sahnede son bulur. Önemli olan, o anıyı nasıl yaşadığımız ve nasıl hatırladığımızdır.
Sonuç olarak, yazarın "Asansör ve Sahne" başlıklı bu anıları, hayatın farklı yönlerini keşfetmemizi sağlıyor. Her şeyin yazılmaya değer olup olmadığı sorusu hala cevapsız kalsa da, anlatarak paylaşmanın gücü bir kez daha ortaya çıkıyor. Bazen bir hikaye, sadece anlatıldığında değer kazanır ve dinleyenlerin kalbinde unutulmaz bir yer edinir.